BASIN AÇIKLAMASI
Tarih: 19.12.2016 | Okunma Sayısı: 3347
                                                         
                                              BASIN AÇIKLAMASI

 

Saygıdeğer konuklar, değerli meslektaşlarım, konferansımızı verecek olan Galatasaray Üniversitesi Anayasa hukuku değerli hocamız Doçent Şule Özsoy Boyunsuz hanımefendi hoş geldiniz sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

 

İnsan hakları haftasını kutladığımız bu günlerde İstanbul Beşiktaş da en temel hak olan yaşam hakkına yönelik terör saldırısını nefretle kınıyoruz. Şehitlere Allahtan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

 

Ülkemizde birden bire gündeme oturan sistem değişikliği, buna bağlı olarak Anayasa’da yapılması düşünülen değişiklikler ve Başkanlık sistemi nedir. Ne getirir ne götürür konularında bilgi ve teorisine güvendiğimiz Anayasa Hukuku öğretim görevlisi değerli hocamız bizleri bilgilendirecektir.

 

Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilmesinden bu yana 10 Aralık, İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır. Bu yıl 68’incisi ‘kutlanan’ İnsan Hakları Günü’nde, ülkemiz ve yaşadığımız coğrafya açısından ‘kutlamanın mümkün olmadığı’ insan hakları gündeminin, her zamankinden daha kötü ve ağır bir tablo içerisinde olduğunu gözlemlemekteyiz.

 

Darbe teşebbüsü gerekçe gösterilerek 20 Temmuz 2016 tarihinde üç ay süreyle OHAL ilan edilmiş ve ardından hiçbir gerekçe olmadığı halde üç ay daha uzatılmıştır. OHAL uygulaması ve çıkarılan KHK’ler, her boyutta yaşanan yeni hak ihlallerini derinleştirilerek insan hakları mücadelesinin kazanımlarını onlarca yıl geriye götürmüştür.

 

Ayrıca OHAL bahane edilerek, OHAL ilan etme gerekçesi ile hiçbir ilişkisi olmayan konularda ve geleceğe etkili olacak içeriklerde Kanun Hükmünde Kararname çıkartılması ve bunun artık olağanlaştırılmaya çalıştırılması, insan haklarını geriye dönülmez bir biçimde tehdit etmektedir.

 

Darbe girişimi gerekçe gösterilerek ölüm cezası tartışmaları ile işkence iddiaları yeniden gündeme gelmiştir. İşkence gerçekliği görsel ve yazılı basın yoluyla meşrulaştırılmaya çalışılmış; uluslararası kuruluşların raporlarında işkence iddiaları yoğunlaşmıştır.

 

Cezaevlerinde insan hakları ihlalleri artarak devam etmektedir. Hücrelerin/koğuşların insani şartlarda olmaması; normalde kalması gerekenin iki-üç katı kadar kişinin aynı hücrede kalması; tecrit, sürgün, hasta mahpuslar sorunu; tutuklu ve hükümlülerin sağlık hakkına erişiminin olmaması ve devletin gözetme yükümlülüğü altındaki cezaevlerinde yaşanan onlarca intiharın sorgulanmaması, cezaevlerinde yaşanan belli başlı hak ihlalleridir.

 

OHAL KHK’leri ile savunma hakkına ilişkin pek çok kısıtlama hayata geçirilmiştir. Tutuklu ve hükümlülerin kayıt altına alınan avukat görüşmeleri; Sulh Ceza Hakimliklerinin adeta seri tutuklama birimleri haline gelmesi; otuz günlük gözaltı süreleri; gözaltındakilere beş gün avukatla görüşme yasağı getirilmesi; ceza soruşturmalarında sıklıkla kısıtlılık kararı verilmesi gibi uygulamalar, hukuki güvenliği ve adil yargılanma hakkını yerle bir etmiş durumdadır. Bu koşullarda gözaltındakilerin kötü muameleye maruz kalıp kalmadıkları konusu, denetlenemez hale gelmiştir.

 

Dernekler, vakıflar ve birçok sivil toplum örgütü KHK’ler ile kapatılarak örgütlenme hak ve özgürlüğü ihlal edilmektedir. Seçilmiş belediye başkanları, parti genel başkanları ve milletvekilleri tutuklanmaktadır.  OHAL Yasası’nın sağladığı olanaklar değerlendirilerek pek çok ilde toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasaklanmakta; ifade özgürlüğüne yönelik saldırılar artmaktadır. Yine ifade özgürlüğüne yönelik ihlallerin bir başka boyutu, basına, gazetecilere yönelik saldırıların yoğunlaşması olmuştur. Bir yıl içinde pek çok gazeteci tutuklanmış; dergi ve kitaplar toplatılmış; gazeteler kapatılmış; muhalif gazete binalarına ve gazetecilere fiili saldırılar gerçekleştirilmiştir. İfade ve basın özgürlüğüne yönelik bu uygulamalarla halkın haber alma hakkı daha fazla kısıtlanmıştır.

 

İş cinayetleri ve işçi hak ihlalleri ise önü alınamaz bir boyuta ulaşmıştır.

 

Tüm bunlar yetmezmiş gibi gerici toplumsal zihniyet beraberinde çocuk istismarları ile kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık artarken cinsiyet eşitliği sağlamak amacıyla uzun yıllar süren mücadeleler sonucunda elde edilen hakların adım adım geri alındığını gözlemlemekteyiz.

 

Ülkemizde böylesine ağır bir insan hakları gündemi varken insan hak ve özgürlüklerini düzenleyen ve toplumsal uzlaşı metni olması gereken Anayasa’da değişiklik yapılmaya çalışılmaktadır. Toplumun tüm kesimlerinin katılımı ve uzlaşısı sağlanmadan; demokratik, özgürlükçü ve insan haklarını temel alan bir Anayasa metni oluşturulamayacağı, tarihte yaşanan pratikler de gözetildiğinde ortadadır. Konferansa geçmeden önce Adıyaman baro başkanı olarak sistem değişikliği adına kısaca birkaç söz söylemek istiyorum.

            Hukukun ötelendiği, Olağan üstü hal ve KHK lerle ülkenin yönetildiği, Ekonomik bunalımın her alanda his edilmeye başlandığı Türk lirasının Suriye Parası karşısında bile %5 değer kaybettiği anarşi ve terörün sokaklara hâkim olduğu vatandaşın can ve mal güvenliğinin kalmadığı bir ortamda, Faşizmin altyapısının oluşturulmaya çalışıldığı bir dönem geçirmekteyiz.

           Sistem değişikliği veya başkanlık sistemi adı altında Cumhuriyet kazanımlarının ve cumhuriyet sisteminin tamamen ortadan kaldırılması, yerine Türk İslam sentezi esas alınarak cemaatçi ve ırkçı milliyetçilerle bir daha geri dönmemek üzere diktatörlük esasına dayanan ve padişahlık sistemini yeniden inşa etmek üzere bir sistem değişikliğine gidilmektedir.    Anayasa değişikliği ile ilgili Kanun teklifi incelendiğinde Ülkemiz demokrasisinin 150 sene geriye götürülmek istendiği açıkça görülmektedir.  Çünkü değişiklikle getirilmek istenen 1876 2.Meşrutiyet döneminde Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamid’e verilen yetkiler olduğu açıkça görülmektedir.  Bu yetkilerle Abdülhamid 30 sene istibdat ve zulüm ile imparatorluğu yönetmiş imparatorluğu dağıtarak, parçalayarak bırakmak zorunda kalmıştır. 

2.Abdulhamite verilen yetkilere baktığımızda ;  1- Padişah olarak yürütme yetkisinin tümünü elinde tutar, sadrazam ve bakanları istediği gibi atayıp, görevinde alabiliyordu. 2-Meclisin yürütme üzerinde denetim yetkisi yoktu 3-Meclisi Umuminin yarısını teşkil eden Meclisi Ayan üyelerinin tümünü kendisi seçerdi.  4- Savaş ve Barışa kendisi karar verirdi, istediğinde meclisi fesheder ve yeniden seçim yapabilirdi. 1876 ikinci meşrutiyet ve Anayasası bu idi. Bu sistemin adı Padişahlıktı. İmparatorluk 30 sene bu şekilde yönetildi.

İşte getirilmek istenin sistem tam da budur. Yani başkanlık değil, Cumhurbaşkanlığı değil Padişahlıktır. Yapılmak istenen değişiklikle Abdülhamid’e verilen yetkilerin tamamı cumhurbaşkanına verilmektedir. Bu sistem Cumhuriyet değildir. Demokrasi değildir.  Hak ve hürriyetler söz konusu değildir. Hukukun Üstünlüğü yoktur. Adil Yargılama hiç yoktur. 

Adıyaman barosu olarak bizler Cumhuriyet’ten demokratik, laik, sosyal hukuk devletinden Temel hak ve hürriyetlerden, özgürlüklerden, demokrasiden evrensel hukuktan, Tarafsız ve bağımsız Yargıdan, adil yargılama hakkından, yana olduğumuzu bir kez daha haykırarak açıklıyoruz. 15.12.2016                                                                      

 

 

                                                                                              Adıyaman Baro Başkanı

                                                                                             Av. Mustafa KÖROĞLU

 

 
 

 

4.12.2024
AV. BİLAL DOĞAN
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.